23 Kasım 2008

"Bir Bodrum Yazı" Dizisi: Biri Biter Öteki Başlar (7.Bölüm)

No Rush by İsmail Serkan Deneri (Kaisoil @ deviantart)
Jandarma otobüsün içinde bana okul durumumu, tecilimin var olup olmadığını, nerede okuduğumu falan soruyor. Ben hâlâ şaka olmalı diye düşünürken, beni karakola çağırıyorlar. Ben teslim olmaz karakterimle askere mantıklı(!) olma çağrısı yaparken, onlar da askerin yıkanmış bir emir kulu düşünce yapısıyla sadece verilen emirleri tekrarlıyorlar. Bu konuşma asla bitmez! Aile dostumuz bir profesör ve geçen sene Bodrum’a geri geldi. Öncesinde benim ABD'deki lisans yaptığım okulumdaydı. O direk devreye giriyor; hatta Muğla yolundan çok geçtiğinden askerler kendisini tanıyor. Kendisi zaten asker çocuğu ve asker kökenli. Bana artık susmam gerektiği doğrultusunda da bir fırça attıktan sonra O başlıyor konuşmaya. İstanbul'a gidişimizin aciliyetini (hatta doktorun yanlış olma ihtimalini (yada ümitlerimizi) gözardı ederek cenazeye gittığimizi), benim öğrenci olduğumu, beni jandarmanın o gece alı koyması ve ertesi gün askerî mahkemeye çıkarması için hiçbir sebep olmadığını, bir de O, benden çok daha tatlı bir dille anlatmaya çalışıyor. Fakat bakıyor ki itaatkâr beyinler yoğun bir direniş içinde, dostumuz, onlarin asıl yetkili olan komutanlarıyla konuşmak istiyor.

Ben once kendime yakın bulduğum bir jandarmayı kafalayarak okul kartımın fotokopisini çekmeye ve bunu okuduğuma dair belge olarak kabul etmesini talep ediyorum. Aslında üzerine tarih olmadığı için geçmeyeceği halde “Orda bu işler böyle” diyerek ikna ediyorum. Fakat pek misafirperver nöbetçi komutan inatla beni o gece misafir etmek istediğinden bu çabalar da sonuçsuz kalıyor. Ardından beni bir odaya alıp oturtuyorlar. Ben bir yandan o odada kendime “OLUMLU DÜŞÜN, İYİ OLACAK” terapisi yaparken bir yandan da beni izleyen olası bir jandarmaya da bir deli imajı çiziyorum. Deminki artist, şıkır şıkır giyimli, sivri dilli adam şimdi bir köşede kendi kendine birşeyler söylüyor. Otobüs de bu arada hâlâ bizi bekliyor. İşin kısası, allem ve kallem edildikten sonra imkansız olan, oradaki jandarma tarafından hiçbir şekilde ihtimal verilmeyen birşey oluyor ve bir ufak facia önleniyor. O anda hedefler ikiye çıkmıştı bile. Döner dönmez olan tecilim nasıl ortadan kalkmış bunu bulmak ve hemen çözmek listeme eklenmişti. Düşünebiliyor musunuz ya ben otobüsle yolculuk etmesem ve bu tür kontroller sadece karayoluyla giderken olabileceğinden, benim ABD'ye dönüşüme kadar haberim olmayacaktı! Beni o son çıkışta alsalardı içeri? O zaman asıl facia, o zaman asıl sıkıntı ve stres olmaz mıydı? Neyse bir bakıma bunu ucuz atlatmıştım ama yeni sorunlarla, yapılacaklarla karşı karşıyaydım ve anında bu pisliği temizlemeliydim!

İstanbul'a geldim. Tabi yolda, önceleri almadığıma üzüldüğüm kitabımı zaten okuyamayacağım bir stres ve uyku yoğunluğu içinde. Ve hastaneye annem-ablam ekürisini bırakıp ben-aile dostumuz ekürisi direk askerlik şubesine gittik. Olayın içeriğini öğrendik ve ikinci bir şok yaşadık. Benim hiçbir suçum yokken, Los Angeles Türk Konsolosluğunun yaptığı büyük ve kabul edilemez bir hatadan ötürü, bana haber bile verilmeden benim tecilim iptal edilmişti! Neyse bir yandan onlara çok fena (ama çok fena) söverken diğer yandan, "İnsandırlar, olur, neyseki haberim oldu" şeklinde olumlu olmaya çalışıyordum. Çok şükür bu yöntem beni şimdiye kadar hiç mahçup etmedi. Gerekli işlemler birkaç saat içinde yapılıyor, mektup yazılıp, tüm gerekli evrak ve formlarla, LA'dekilere hatalarını bildiriyor ve tez elden düzeltmelerini ARZ ediyoruz. Bizde cuma akşamı, onlarda gün yeni başlıyor ve bu iş ya olmalı ya olmalı çünkü hemen yapmazlarsa salıya kalacak ki hiç hoş değil. Okula dönüşüme artık günler kalmış… Gerçi ben yine de pazartesiye kadar beklemek zorundayım. Haftasonu kısmî bir rahatlama içine giriyorum. Maçlar falan var, bir yandan hastane diğer yandan maçlar şeklinde 2 gün geçiyor. Pazartesi sabahı oldu ama acaba kağıtlarım ne oldu?

Pasaportumu yıpranmadan dolayı değiştirme gereği görüyorum ama önce askerlik temiz kağıdımı almam lazım. Bu arada Bodrum’a geri de dönmem lazım, çünkü hem doktorun “son gece” alarmı fos çıkmıştı hem de tüm eşyalarım hala ordaydı. YAŞAM Kız’a, ve diğer bir iki arkadaşıma veda da edemedim ki, hem daha sınavım gelmedi falan yani gitmem lazım... Pasaportumu ailemin baskısıyla hemen pazartesi günü halletmeye karar veriyorum. Çarşambaya çıkar herşey diye ben de biletimi perşembeye alıyorum. Kafam rahat etsin... Fly Air'de açık biletim var, ve yakın bir dostum orada çalışıyor. Son 5 gün içinde abartısız 14 kere tarih değiştirdiğimden arkadaşım orada çalışmasa Fly Air'in afarozuna uğrayacağımı bilerek, O'nun orada çalışmasından ötürü de Allah'a teşekkür ediyorum. Kafam bu kadar yoğun çalışıyorken önce askerlik şubesine gidiyorum. Umarım kağıt gelmiştir yoksa bugün pasaporta başvuramazsam perşembe de gidemem ki Bodrum'a!!..

Neyse gidiyorum ve kağıdın gelip işlemlerin düzeltildiği haberini alıyorum. Yeni çıkacak pasaport ve Bodrum’a dönüş soru işaretleri yanında ÇOK önemli bir problem ortadan kalkıyor. Ben çok mutluyum ama bu hâlâ yetersiz. Soluğu Bakırköy Emniyet Müdürlüğü Pasaport İşlemleri Bölümü'nde alıyorum. Çok şükür çok sıra yok. Önce soru sormak istiyorum ki belki de değiştirmeme gerek kalmaz. Hem geçen gece internetten başvuru yaparken bir hata yapmışım, onun hakkında soru sormam da lazım. Polise pasaportumu veriyorum ve bana bu tarz bir kopuğun çaresinin japon yapıştırıcı olduğunu, değiştirmem gerekmediğini söylüyor. Ben yaklaşık 20 dakikalık, risk mi alsam (burası Türkiye, O öyle der diğer bir polis “Ne bu yapıştırma!” der ve içeri atar) hem benim el becerim da pek iyi değildir, yoksa o kadar para verip yeni pasaport mu alayım derken, kolaya kaçıyor ve karşı kırtasiyeden bir japon uhu alıyorum.

Bu arada hastaneden gelen haberler kafa karıştırıcı. %2’lik şans sürekli yükselirken diğer yandan normal sağlığıyla makineye bağlı olduğundaki dengeli seviyeye ulaşamayağı, ama makinasız daha uzun süre yaşamanın da imkansıza yakın olduğu konuşuluyor. Yani olay lastik gibi uzayacak belli. Ama haftasonuna ne olur bilinmez. Ben en iyisi tez elden gideyim Bodrum'a da geleyim.

Annemle Atrium'a (Ataköy semtinde bir alışveriş merkezi) gidiyoruz. O Migros’ta alışveriş yaparken ben de biletimi erkene aldırmak istiyorum: Salı gününe. Annem neden hemen o akşam, yani pazartesi akşamı gitmek istemediğimi soruyor ve beni o akşam gitmeye ikna ediyor. Fakat “kararsız” Uğur yeniden kendini gösteriyor ve annemin de daha önceden içime soktuğu kurtla beraber "Belki de gitmem gerekmiyor, herşeyin çözümünü uzaktan hallederim" diye düşünmeye başlıyorum. 1 saat biletin satıldığı katta volta atıyorum. Uzun uzun arkadaşlarımla, öncelikle YAŞAM Kız ve diğer görmek istediğim arkadaşımla konuşuyor, onlara Bodrum'a gelmekten vazgeçtiğimi söylüyorum. Hoşlarına gitmese de kabullenmek zorundalar ve bu da benim kendimi alıştırmam için bir yol belki de. Tam kararımı vermişken, kankalarımdan birini arıyoum. O'na bir senaryo yaratıp "Sen ne yapardın" diye soruyor, O'nun "Arkama bakmaz giderdim" sözleriyle kafamda ampüller yanıyor ve gitmeye karar veriyorum. Gitmeliyim, ne kaybederim? Uzaklaşayım, sonra çok ararım Bodrum'u değil mi!? Biletimi alıyorum, Onur Air bu sefer. Bir tek onlarda yer var!!! Ne bileyim Onur Air ile uçmanın çok ilginç olayların başıma gelmesine sebep olacağını...

devam edecek...

ugurarcan | 12-Ağustos-2004 | İstanbul

resim: No Rush by İsmail Serkan Deneri (Kaisoil) @ http://kaisoil.deviantart.com/

1 yorum:

  1. sen bunları yaşarken bize düşen gülmek oldu:)
    burası Türkiye yapacak çok fazla çeyde yok zira:)

    YanıtlaSil