İlk Gece, İlk Sohbet ve Alabildiğine Hayranlık...
2 saat boyunca konuştuk. Ben konuşmaya çalıştığımda beni susturuyor, sanki, evine kadar gelip O'nunla hiç konuşan yokmuşçasına beni kaçırmak istemiyordu. Halbuki ne alâka; benden çok tanıdığı vardı. Sonra sustum, ilk defa, anlatacak şeylerimin ilginçliğini ikinci plana attım ve dinledim. O an O'nu dinlemenin verdiği hazzı yaşadım. Bir O'na, bir dolunaya bakıyor, gülüşüyle kalbimde çiçekler açıyor, hiç ilgilenmediği pozitif düşünce ve kişisel gelişim konuları hakkında bana resmen tecrübe dersleri veriyor, ve benim mutluluğuma mutluluk katıyordu. O'nun masaya oturma ısrarına karşın ben sokağın ortasına oturmuştum. O'nun hep ayaktaki insanlara aşağıdan bakmasından memnun değildim. Belki kendi kendime O'nun hayatı hakkında yorumlar yapıyordum bunları düşünerek ama benim ondan daha aşağıda olmam bana çok büyük haz veriyordu. O, o an hakettiği yerde, benden yukarıdaydı; gece olmasa güneş gibi derdim ama gece olduğundan dolunay gibi aydınlatıyordu dünyamı.
O'ndan alacağım çok şey vardı ve O'nu dinlemek gecenin ilerleyen saatlerinde yapabileceğim en büyük, en güzel ve en harika işlerin başında geliyordu. O gitmekten yada gitsem de acaba benimle ne kadar konuşur diye tedirginlik duyduğum bayan âdeta susmuyor, bir insanın bu kadar çok konuşup şarap misâli konuştukça güzelleşen bir varlık olabileceğini ispatlıyordu sanki. Yanılmamıştım! O'nu sabaha kadar dinleyebilirdim; o arnavut kaldırımı yolda, betonda, ellerime batan taş parçaları olmasına rağmen, ben sanki o an olabilecek en yumuşak, kaz tüyü yastıklar üzerinde oturuyordum.
Saat artık sabah 3 olmuştu. Sabah erken kalkacağını söylemiş ama konular bir diğerlerini açarken sanki O da konuşmak yerine sabah uyanmaktan vazgeçmeye hazırdı. Ben yine de artık yatmamız gerektiğini söyledim. Hem çok geç olmuştu hem de sohbeti damağımda eşsiz bir tat bırakmıştı. O konuşmasının hiçbir safhasında kendini diğer insanlardan ayırmıyor, aksine ben dahil çoğu insandan daha net ve gerçekçi olarak hedeflerini anlatıyordu. Kabullenmeyi çok kolay becerdiğinden bahsederken, âdeta kendiyle barışıklık, kabullenmişlik (ama asla pes etmişlik değil) ve azim dersi veriyordu. Sanki ayaklarını kullanamayan O değil, bendim. Ayaklarını benden daha sağlam yere basıyordu! O'na acımak istemiyordum, acınacak bir yeri de yoktu. Ama ben yinede hayranlığımın ve ilgimin acıma duygusundan gelmesinden çok korkuyor (kendimi her şartta sürekli sorguladığım için), sohbetinden aldığım müthiş lezzete hiçbir zarar vermek istemiyordum. Sakatlığı ile ilgili detaylar, espriler, hayatından diğer kesitler, düşünceleri, hayalleri, hedefleri... Bana eve giderken koklayarak huzur dolabileceğim ve yatağıma yattığımda ağzım kulaklarımda rüyalara dalabileceğim bir demet çiçek vermişti sanki. O çiçekleri koklayıp durdum sürekli. Dün gece ne rüya gördüğümü hatırlamıyorum. Sanırım görmedim, bilemiyorum. Kafam o kadar boş, o kadar huzurluydu ki, deliksiz, son zamanlarda beni sabahları etkisinde bırakan rüyalardan arınmıştım. Artık zamanının gelip, O'nu iskelede görmeyi istiyordum.
devam etmeli...
ugurarcan | 04-Ağustos-2004 | Yalıkavak
photograph by Adrien (brightfantasy) @ http://brightfantasy.deviantart.com
Çok güzel bir anlatım olmuş, yüreğine sağlık...
YanıtlaSil