7 Ocak 2010

BEN BU ÜLKEDEN İSTİFA ETSEM... YA YAPARSAM?!


Bir aya yakındır tatil için İstanbul'daydım ve ülkeme bir daha birinci elden bakma şansını buldum. Hayat ilerledikçe ve şartlar keskinleştikçe, tek başına dışardan objektif bakmanın önemli kararlar almak için yeterli olmayabileceğinden bu ülkeye bir şans daha vermek istedim. Kısmet olursa bir aydan kısa bir sürede yaşadığım enval çeşit tecrübeyle sabit izlenimlerimi yakın zamanda yazmak niyetindeyim.

Bugün asıl bahsetmek istediğim kısa bir konu var. Bir süredir izlemek istediğim bir filmi ABD'ye dönüş yolculuğumda izleme şansını buldum: "Devrim Arabaları". Yıllardır sürdürdüğüm gayet naçizane davamda, elimden geldiğince düşüncelerimi kendi tarzımda anlatmaya çalışıp, bu ülkenin bitmek tükenmek bilmeyen kepazeliklerine parmak basmaya ve kendi dağarcığım kadar bir çözüm üretmeye çalışıyorum. Ne zaman ki konu üretim ve ekonomi olsa değişmeyen bir yakınmam olur ki onu da hep bu ülkenin kendi araba sını üretememesinden veya üretme mesinden örnekleyerek anlatmaya çalışırım. Hâl böyleyken bu film inanılmaz ilgimi çekmiş ve merak etmiştim. İlk Türk otomobilinin bundan 40 yıl öncesindeki âkıbetini merak etmiştim çünkü. Benim sadece bildiğim bir 20 yıllık ve yaklaşık 60.000'in biraz üzerindeki Anadol üretim macerası vardır Türk otomobilinin, o kadar. O günlerde (1966-1986) bu üretimi yapan Otosan ise bugün hâlâ Ford Otosan olarak Ford markasının otomobillerini üretmekte. Bana yepyeni bilgiler katan bu filmi izledikten sonra duyduğum hayal kırıklığı bir kat daha arttı.

Çok büyük ve çok değerli ustaların bir araya geldiği bu yapıtta, çok yalın ve çok sürükleyici bir anlatımla anlatılmış iyi bilinmeyen yakın tarihimizin çok önemli bir detayı var. Madden ve mânen inanılmaz kısıntılara ve engellere rağmen büyük bir emekle bir avuç insanın, 129 gün gibi kısa bir sürede hiçbir tecrübe ve kaynak sahibi olmadan ürettikleri iki otomobil gerçekten de tam bir devrim niteliğindeymiş. Film, verdiği detaylarla bugün farkında bile olmadığımız onca ince hesap kitapların ne derece zorluklar oluşturduğunu anlatmış, hem de çok güzel anlatmış.

Üstün başarı ürünü olan bu otomobillerin önündeki en temel engeli ise film içindeki tek bir cümleyle ifade etmişler. Zaman, para, parça, tecrübe, vs. engellerin tümünün aşıldığı bu projeyi durduran sebebi "Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz." cümlesi çok güzel anlatmış.

Filmi izlemediyseniz kesin izleyin derim. Türkiye'de ne kadar ses getirdi bilmiyorum ama filmi izledikten sonra hakkında çok iyi yorumlar okudum ve birçok ödül aldığını gördüm. Bence Oscar için de yabancı film dalında aday adayı olmalıdır! Bizim millet ne kadar anlar onu bilemem tabi ama 'Türkiye'nin makûs talihini kendisinden başka kimse yenemez' dediğimizde tam olarak ne demek istediğimizi anlamak için iyi bir örnek olabilir; tabi daha önce girişilen uçak, metro, vb. üretimleri, Köy Enstitüleri, tarımsal kotalar konuları hâlâ yeterli örnek teşkil etmiyorsa... Açık olan şu ki bu ülkeyi ilerletmek isteyen insan sayısı çok az ve böylesine köleleştirilmiş, bağımsızlıktan böylesine uzak, iradesiz ve kasten basiretsiz bir devlet, kaderlerin en karasına mahkûmdur. Zekâ Allah vergisiyken akıl o zekâyı kullanabilme yetisidir. Belki de bu yüzden Aziz Nesin'e hak vermemek elde değil. Hele daha bundan neredeyse 80 yıl, ki bir insan ömrü anca eder, ulu önder Atatürk bize bu "dahilî bedhahların (içimizdeki hainlerin)" varlığından bahsetmiş ve önlem almamız için yol göstermişken...

1938'den beri onca insan geldi gitti bu devletin başına politikacı olarak ama bir devlet adamı gelemedi; parti liderlerinden geçilmedi ama milletin liderliğini yapan çıkmadı. Onlar başarısız oldukça ve bu ülkeyi köleleştirerek, parçaları üzerinden siyaset ve pazarlık yaptıkça daha da gelmeye devam ettiler. Madem öyle, madem onlar gitmiyor, yerlerinden vazgeçmiyor, madem o zaman onlar istifa etmiyor, o zaman ben istifa etmek istiyorum!! Filmin sloganında dediği gibi: Ya yaparsam?!

ugurarcan | 2-Ocak-2010 | TK0005 İST->ORD

Daha detaylı bilgi ve görseller için: tıklayın.

2 yorum: